Dijital Varoluş Manifestosu
Merkeziyetsizlik, Gizlilik ve Özgürlük Üzerine
GENERAL
Cervezagua
4/17/20253 min read


“Hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanağı milli egemenliktir.” – Mustafa Kemal Atatürk
Dijital çağda artık “milli egemenlik” yalnızca ulusların değil, bireylerin de hakkı olmak zorunda. Çünkü bugün hepimiz kendi dijital topraklarımızda yaşıyoruz: sosyal medya profillerimiz, mesajlarımız, verilerimiz ve dijital kimliğimiz.
Ancak bu varoluş, görünenden çok daha kırılgan.
Tek bir tweet, platformdan silinebilir. Paylaşılan bir video, algoritmaların kararıyla görünmez olabilir. Devletler ya da şirketler, hangi bilginin görülüp hangisinin yok sayılacağına karar verebilir. Bu dünyada, bireyin dijital varlığı merkezileşmiş yapıların insafına kalmıştır.
İşte tam da bu noktada Satoshi Nakamoto’nun vizyonu devreye giriyor.
2008’de Bitcoin’le atılan adım, yalnızca bir finansal çözüm değil; bireyin dijital düzlemdeki varoluşunun şifreli bir teminatıydı.
Bitcoin: Egemenliğin Kodlanmış Hali
Bitcoin, sansüre dirençli, merkezi olmayan bir yapı sunarak ilk defa şunu mümkün kıldı:
“Hiç kimse onaylamasa bile, ben kendi seçimimi yapabilirim.”
Bu, özgürlüğün dijital biçimidir. Tıpkı Atatürk’ün millet iradesini tek bir kişinin buyruğundan çıkarıp halkın iradesine emanet etmesi gibi, Bitcoin de parayı ve gücü merkezlerden alıp bireye dağıttı.
Ancak özgürlük, sadece seçim hakkıyla sınırlı kalamaz.
Gerçek özgürlük, görünmediğin yerde başlar.
Gizlilik: Varoluşun Kalesi
İfade özgürlüğü, gizliliğin olmadığı yerde yaşanamaz. Bireyin ne düşündüğü, ne söylediği ve ne yaptığı sürekli izleniyorsa, özgürlük yalnızca bir yanılsamadır.
Burada devreye Monero giriyor.
Bitcoin’in herkese açık blokzinciri, birçok durumda sansüre dirençlidir ama tamamen gizli değildir. Monero ise bu boşluğu doldurur:
İşlemler izlenemez.
Gönderen ve alıcı kimlikleri gizlenir.
Zincir üzerindeki aktivite dış müdahaleye karşı çok daha korunaklıdır.
Monero, özgürlüğün mahremiyetle bütünleştiği noktadır..
Bir bireyin kimliğini koruması, sadece kendini saklaması değildir. Bu, kendi varoluşunu seçerek, bilinçle ortaya koymasıdır — tıpkı Foucault’nun “görünmez gözetim” eleştirisinde olduğu gibi: “Gözetlenen birey, kendi olmaktan uzaklaşır.”
Felsefi Temel: Egemenlik, İrade ve Dijital Ontoloji
Dijital dünyadaki bu mücadele, aslında özünde felsefidir.
Nietzsche’nin “üstinsan”ı, kendi değerlerini kendisi inşa eden bireydir.
Kant’ın “ahlaki özne”si, özgür iradesiyle yasa koyan insandır.
Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür” ideali ise bireyin dogmalardan arınmış, kendi aklıyla hareket eden insan tanımıdır.
Bu fikirlerin kesiştiği yer, dijital varoluşun merkeziyetsizliğidir.
Artık birey sadece fiziksel değil, dijital olarak da kendi egemenliğini kurmak zorundadır.
Uncensorship: Varoluşun Yeniden Tesisi
Bugün sansürsüzlük (uncensorship), yalnızca bir teknoloji meselesi değil; bir varoluş hakkıdır.
IPFS ile içerikler merkeziyetsiz şekilde saklanabiliyor.
Nostr ve Mastodon gibi platformlar, sosyal medya üzerindeki tekelden kurtuluş imkânı sunuyor.
Monero ve benzeri gizlilik odaklı projeler, dijital işlemler üzerinde bireyin mutlak kontrolünü mümkün kılıyor.
Özgürlük artık sadece konuşmakla değil, dijital olarak susturulamamakla tanımlanıyor.
Son Söz: Kendi Yolunu Seçenler İçin
Tarihte bazı insanlar, çağının ötesini görerek yalnız yürüdü. Atatürk, Anadolu’nun en karanlık zamanında bağımsızlığı seçti. Satoshi, kim olduğunu bile söylemeden bir sistemi başlatıp ortadan kayboldu.
İkisi de aynı şeyi yaptı:
İradeyi merkeze koydular.
Bugün senin dijital iraden ne kadar sende?
Seçimlerini kim yapıyor?
Susturulmadan var olabiliyor musun?
Cevap “evet” değilse, devrim hâlâ devam ediyor demektir.